Selam olsun
sizlere güneş kadar parlak dostlarım...
Uzun zamandır
bir araya gelemiyoruz ve bu beni çok üzüyor. Her insanın pençesine düştüğü
erteleme hastalığına ben de yakalandım galiba. Sürekli yazmayı erteledim, fakat
nereye kadar? Sonuçta insan kendinden sonsuza kadar kaçamaz, yazmak da benim
bir parçam olduğu için, sonunda bir gece kıskıvrak yakalayıverdi beni.
Hayatta ne
kadar çok şeyi erteliyoruz, değil mi dostlarım? Günlük işlerimiz,
sorumluluklarımız, görevlerimiz... Sonra yaparım, yarın yaparım derken, yapacak
zaman kalmıyor ve bazen “ sorumsuz “ etiketi, bazen “ tembel “ etiketi hiç
istemeyeceğimiz bir şekilde yapışıveriyor yakamıza.
Mezarlıkları
bilirsiniz. Dünyadaki en kasvetli, en ürkütücü ortamlardır. Çoğu kişi korkar
mezarlıklardan. Peki neden? Çoktan ölüp toprağa karışmış, böceklere yem olmuş
insanlardan mı korkuyoruz? Bir ölünün mezardan çıkıp peşimizden koşmaya
başlamasından mı korkuyoruz?
Bu soruyu çok
düşündüm ve sonunda, birkaç hafta önce bir mezarlık ziyareti yaptığımda anladım
cevabı. Bir gün, bizim de oraya ait olacağımızı hatırlatıyor bize mezarlıklar.
Hiç kimse, bir gün her şeyin sona ereceğini düşünmekten hoşlanmıyor.
Mezarlıklar da
yalnızca yaşam vadesi dolmuş insanlar yoktur aslında, ertelenmiş işler,
gerçekleştirilememiş hayaller ve yarım kalan görevler vardır. Orada yatan
insanların çoğu, ölüm anına kadar hiç ölmeyeceğini sanarak yaşamıştır. Nasıl
olsa daha çok vaktim var diyerek her şeyi ertelemiştir. Ve en sonunda ölüm anı
geldiğinde, arkasında tamamlanmamış işler ve solmuş hayaller bırakarak
gitmiştir.
En son ne zaman
bir şeyi ertelemeden yaptınız? En son ne zaman yalnızca şu anda yaşadığınızın
farkına vardınız? Ertelemeden yapmak derken, yalnızca bir sorumluluğumuzu
yapılması gereken zamanda yapmaktan
falan bahsetmiyorum tabii. Farkında olmadan sevmeyi erteliyor da olabiliriz.
Umut etmeyi, hayal kurmayı, mutlu olmayı... Bazen yaşamayı erteliyoruz
dostlarım.
Peki, bir soru
daha, en son ne zaman değer verdiğiniz birine karşı sevginizi dile getirdiniz?
Ne zaman birinin yüzünü güldürdünüz? Ne zaman bir insanı mutlu ettiniz? Peki,
ne zaman kendinize pozitif düşünme izni verdiniz? Bu sorulara hiçbir zaman
cevabı veren o kadar çok insan var ki... İnsanlık adına, çok üzücü bir durum
değil mi bu sizce de? Bize mutluluk veren şeyleri farkında olmadan ertelemeye
başladığımız gün, ölmeye başlıyoruz. Hayata neden geldik, sevgili dostlarım?
Sürekli umutsuzluk batağında boğulmak için mi? Sürekli, mutlu olmayı ertelemek
için mi? Bu kadar amaçsız mı bu dünya?
Bakın, konu
yine nereden nereye geliverdi. Konudan konuya atlama konusunda ciddi bir
sıkıntım var sanırım, affınıza sığınıyorum lakin hayatta bahsedilecek,
yazılacak öyle çok önemli konu var ki... Önemli olan benim yazmam falan değil
zaten, tüm insanlık adına bizi mutlu edecek her şeyi uygulamamız.
Şimdi, bu ne
biçim bir cümle diyebilirsiniz. “ Bizi mutlu edecek her şeyi uygulamamız. “ Eh,
ilk bakıldığında gerçekten mantıksız görünüyor. Sonuçta, kötülük yapmaktan
hoşlanan bir kişi bu tavsiyeyi uygulasa dünya berbat bir hale gelir. Fakat bir
düşünsenize, Yaradan hangimizi kötü yaratmış ki? Her insanın fıtratında iyi
olmak var, sonradan bozuyoruz kendimizi. Özümüze dönsek, her şey düzelir
aslında. Belki fazlasıyla iyimser bir yaklaşım gibi görünebilir ama, hayat
zaten iyimserlikler üzerine kurulu.
Çoğu psikologun
sıklıkla tekrarladığı bir şey var, “ Hayata hangi pencereden bakarsanız öyle
yaşarsınız. “ Bu söze pek katılmıyorum. Çok iyi insanların başına sürekli kötü
şeyler gelebiliyor sonuçta. Bu söze katılmıyorum, fakat bu sözde çok haklı bir taraf var. Hayata
hangi pencereden bakarsak öyle yaşamayız belki ama, hayata hangi pencereden
bakarsak öyle hissederiz ve hayat hissettiklerimiz kadardır.
Neden biraz
iyi hissedip, hayat sınırlarınızı aşmıyorsunuz sevgili dostlarım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder